Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, “ay ışığında yıkanan kadınlar”ın vatanı olarak bilinen Anadolu adında büyülü bir yer varmış. Bu büyülü topraklarda kadınların bilgeliği kutsal sayılır, insanlar tanrıçalara adaklar adarmış. Bu diyarlarda doğan hikayeler, yüzyıllar boyunca kadınlar tarafından birbirlerine anlatılır, ASLA YALNIZ YÜRÜMEDİKLERİ hatırlatılırmış.
Bu yazıda Kaf Dağı’nın Ardında sergisinden ve Madam Martha’dan bahsetmeyi amaçlıyorum ve bu masalsı yolculuğa beraber çıkalım istiyorum. Bu yolculuğu da, mitolojisi kadın kahramanlarla dolu olmasına rağmen, aslını unutan bu coğrafyada katledilen tüm kadınlara ve onların gülüşlerini solduran düzenle mücadele eden tüm feminist kadınlara atfetmek istiyorum.
2018 Şubat ayında, o zamanlar hala İstiklal Caddesi’ndeki (Meymenet Han) yerinde olan Arter’de bir sergi gezmiştim. Üzerinden ne kadar zaman geçse de, beni hayatımda en çok etkileyen sanat sergilerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
12 Eylül 2017-18 Şubat 2018 tarihleri arasında feminist sanatçı Canan’ın (Şenol) eski ve yeni dönem 14 eserini sanatseverlerle buluşturan Kaf Dağı’nın Ardında adlı sergisinden bahsediyorum. Mezopotamya’nın önemli bir efsanesinden ismini alan bu sergi, adından da anlaşılacağı üzere, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın mitlerine konu olmuş masalsı kahramanların etrafında şekilleniyordu. Sanatçı çalışmalarında, mitolojik öğeleri ve kahramanları (Anadolu kökenli ana tanrıça Kibele’den yılan bedenli ve şifa sembolü Şahmeran’a) cennet-araf-cehennem katmanlarında konumlandırıyor; iyilik ve kötülük gibi ikilemler üzerinden kişisel ve toplumsal travmalarımıza dikkat çekmeyi ve bunların üstesinden gelmemizi amaçlıyordu. Son birkaç yıldır, özellikle kadınlar olarak, yaşadığımız travmaların ayyuka çıktığı bu günlerde, bu sergi ile ilgili notlarıma tekrar göz atma isteği duydum ve hikayesiyle beni en çok etkileyenleri sizinle paylaşmak istedim.
CENNET
Eserlerin sergilendiği Arter’in giriş katı Cennet kavramı üzerine kurgulanmıştı. Cennette bizi ilk karşılayan canlı ve parlak renkleri ile iki başlı kuşlar, gökyüzüne uzanan yılanlar ve ejderhalar gibi tılsımlı figürlerin yer aldığı Hayvanlar Alemi adlı yerleştirme oluyordu. Bulunduğu kata adını veren Cennet adlı çalışma ise, yine renkleri ve ışıltısıyla bizi kendine çekiyordu. Cennet, izleyiciye ışık-gölge oyunu oynayan silindirik, pullu ve tülden yapılmış bir heykelden fazlasıydı, özgür bedenleri ve insani arzuları anlatan bir hikayeydi.
Aynı katta (yani cennette) en çok etkilendiğim ise Ay Işığında Yıkanan Kadınlar adlı yaklaşık 5 dakikalık video çalışması olmuştu, videoyu defalarca izlediğimi hatırlıyorum. Burgazada’da, Madam Martha Koyu adı verilen bölgede çekilen video, bu koya adını veren Madam Martha’ya ve onun gibi özgür ruhlu tüm kadınlara da bir saygı duruşu gibiydi adeta. 5 kadının dolunaylı bir gecede çıplak denize girerek ve kahkahalar atarak gerçekleştirdiği bir ritüeli izlediğimiz ekranda, çıplak denize girdiği gerekçesiyle kendisi hakkında yapılan dedikodularından ve bu insanlar yüzünden ailesinin kendisine gösterdiği baskılardan bunalıp intihar eden Madam Martha’yı görüyorduk aslında. Madam Martha’yı başta yargılayan, daha sonra anıtlaştıran bu ikiyüzlü toplumda kadınların özgürleşme mücadelesi halen devam ediyor.
“…
…Marta, adanın en ilginç ve en sıra dışı kadınıydı. Yaz kış denize çıplak girerdi. Bir dolu dikizcisi olmalı ki, herkes bilirdi bunu. İplemezdi Marta… Deniz onun canıydı… ibadet eder gibi yüzerdi… meditasyon yapar gibi. Çocuğunun doğum sancısı bile denizdeyken gelmiş, bıraksalar suda doğururdu belki de… Her gün açık saçık, çılgın renkli kıyafetlerle, hatta bizim daha esamesini bile duymadığımız şifon pareolarla iskeleye inip kocasını karşılardı. Rastgele salıverdiği saçlarına alından sıkma bandanalar, kolunun dirsekten yukarısına tahta bilezikler, kulağına kocaman halka küpeler, ayak bileğine de halhallar takardı. Bu modalar bizde değil, daha dünyada bile yoktu. Marta bunları eski hayatlarından biliyor olmalıydı…Eski hayatlarından birinde o, tanrıça gibi tapılan bir şey olmalıydı. Sahilde salınarak yürüdüğünde, kadınlar hasetle, erkekler ağızlarının suyu akarak bakarlardı. Arap asıllı Mısırlı bir Hıristiyan’dı Marta. Kızı olsun istemiş hep, adını Kleopatra koyacakmış… Kocası ağırkanlı bir Ermeni’ydi, kayınvalidesi de İngilizmiş. Ne ilginç aile değil mi? Evliliğinin ilk yıllarında İngiliz kayınvalide onu biraz kilolu bulmuş da bedeni güzel ve sıkı olsun diye baleye göndermişmiş. O zamanlar Taksim’de bulunan Halkevi’nde, ünlü bale hocası Lidia Krasa Arzumanova’dan bale dersleri almış.
Ben bu bilgileri sonradan, Marta’nın yakın bir dostu, şimdi benim dostum Nadia’dan aldım. Ben çocukluğumda yalnızca iyi dans ettiğini bilirdim o kadar. O, içinde alevler saklı özgür ruhu, Nadia anlattı bana hep… “Yaz kış, soğuk suyla yıkanır, karda bile çorapsız gezer, hiç üşümezdi” dedi Nadia. “Yağmur suyunu biriktirir, her yağmur sonrası ‘Biraz Allah suyuyla yıkanayım’ diyerek nerede olsa eve koşardı. Su perisi gibiydi, doğum sancısı denizdeyken tuttu, motorla zor yetiştirdiler hastaneye… gerçi oğlu da suyla haşır neşir bir çocuk oldu ama onun, kendisi gibi su perisi bir kızı olmalıydı… ” Defalarca yangınlardan kurtarmış aşık olduğu adayı Marta… canı gibi kollarmış güzelim ağaçları. O öldükten sonra öylesine canı gibi kollayanı kalmayınca, çatır çatır yandı ya o canım çam ormanları… Hoş kadındı hoş… Çok delikanlının yüreğini yakmıştır vaktinde. Tabii çok da atıp tutmuştur ada halkı arkasından, eh namus bakımından… Ama yine de o çıplak yüzdüğü koya adını verdiler ya öldüğünde… Oh canıma değsin… Ki epey netameli bir ölümdü… Arkasından senaryolar düzüldü… Çok iyi kalpli bir kadındı Marta, fakir fukara dostu, hayvan dostu, doğa dostu, sevgi insanı… Açık dururdu evinin kapısı, isteyen girer dolabını açar, istediğini yerdi. Üç kuruşu varsa, ikisini olmayana verirdi. Ah, o zaman için birkaç numara büyük gelirdi adanın geri kalmış yerli halkına……
…Aynı gün müydü, başka bir gün müydü?.. Marta bize, eski moda makaralı bir teyple egzotik müzikler çalıp dans da etmişti, renkli tüllere bürünerek… Salorne’nin yedi tül dansı gibi bir şeydi. Kadınlar hafifseyen bir tavırla burunlarının dibinden gülümseyerek, arada bir birbirlerini imalı imalı dürtükleyerek izlemişlerdi. Yok mu ya… Namuslu bir ev kadınına yakışır bir hal miydi o?.. Ama ben büyülenmiştim… Çok taklit ettim onu sonradan çok… kendi kendime, aynalara karşı, kimselere belli etmeden. Aah… Nur içinde yat, Marta Koyu’nun tanrıçası, dilber Marta… Burgaz senin gibi yüreklisini göremez bir daha.”
(Berberyan, 2010:27)
ARAF
Cennet ve cehennem arasında bir geçiş kavramı olan Araf ise giriş katının bir üstüne konumlanmıştı. Araf katına çıkan merdivende yer alan Şahmeran adlı eser, yılan bedenli bilge bir mitolojik karakter vasıtasıyla kendini gerçekleştirmeye çalışan kadınlara şifa vermek istiyordu. Günümüzde yine kadınlar tarafından sinsilik ve fesatlık gibi kavramlarla özdeşleştiren yılan hayvanı, efsanelerde ve mitlerde güç sembolü olarak erkek figürlerin bilinmesinin ve ilahlaştırılmasının altında yatan sebepleri de deşiyor bence.
Kuş Kadın isimli yerleştirme ise, taşların sembolize ettiği kuşlardan ve yarı kuş – yarı insan figürünün oyulduğu bir kayadan oluşmakta ve Simurg (ya da Zümrüdüanka Kuşu) efsanesine dayanmaktaydı. Doğu mitolojisinde ölümsüzlüğü ve yeniden doğuşu simgeleyen kuş, bu eserle kuştan kadına doğru bir dönüşümü de anlatıyordu. Araf katındaki en çok dikkatimi çeken bir diğer çalışma ise, Dışarıda Çok Kötülük Var adlı odaydı. Dünya dışı öğelerle dolu bir sergide yer alan bu çalışma, tüm odayı ve odadaki her bir eşyanın üzerini kaplayan yazılar yardımıyla, yaşadığımız dünyayı sevgi arayışında soyutlaştırıyor ve efsaneleştiriyordu.
CEHENNEM
Korkularımızı temsil eden Cehennem kavramı ise kendisine Araf’ın bir üst katında yer bulmuştu. Cehennem katını kaplayan Garaibü’l-mevcüdat adlı çalışma, karanlıkta zihnimizde gittikçe büyüyen fosforlu canavarların aslında ışıkların açılmasıyla tüllerin üzerindeki çizimler olduğunu göstererek bu sayede korkularımızla yüzleşmemizi amaçlıyordu.
Kaynakça ve ileri okuma
- Canan Şenol’un tüm çalışmalarına göz atmak için: http://www.cananxcanan.com/
- Sergi hakkında ayrıntılı bilgi almak ve sanal tur için: https://www.arter.org.tr/canan
- Berberyan, B. (2010). Burgazada, Sevgilim… İstanbul: Adalı Yayıncılık